DEHB tanısı hakkında yanlış bilinenler, başta bu tanının adı yanlış

Günümüzde geçerli tıbbi paradigmaya göre hastalıkların bir şeyin eksikliğinden kaynaklandığını düşünmeye alışığız. Tiroidi olan insanlarda troid hormonu eksikliği, diabeti olan insanlarda insülin eksikliği olduğu gibi. Ama DEHB’de veya DEB’te sorun bu değil. Yapılan son çalışmalar, DEHB olan insanların epeyce dikkate sahip olduğunu gösteriyor. Bu yüzden saatlerce video oyunu oynayabiliyorlar hoşuna giden aktivitelerde günlerce dikkat sorunu yaşamadan ilgilenip sevdikleri online oyunlarda kendilerini kaybedebiliyorlar ya da ilginç buldukları aktivitelerde sonsuz dikkat gösterebiliyorlar. Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) bu tanının adlandırılması baştan yanlış yapılmış. Nedeni de çok basit. Gerçekte ortada bir dikkat eksikliği yok.

O zaman DEHB tanısı alan kimselerde sorunun kaynağı ne? Bozukluk aslında dikkati toplama ve belirli bir şeye yöneltebilmeyle ilgili. Yani dikkatin yönetimi ile ilgili. Dikkat gerçekte yönetici fonksiyonların en önemli elemanı olduğu için sorun doğal olarak eğitim çağında dikkat sorunu, eğitim çağı sonrasında da yürütücü fonksiyonlarda bozulmasıyla kendisini gösteriyor. Bu bozukluk genetik geçişli olduğu için DEHB’li çocuklarını getiren ebeveynlerden bu gibi sorular çok sık görülüyor. Tedavi pratiğimde ebeveynlere sürekli olarak DEHB’de gerçekte bir dikkat eksikliği olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bu bozukluk daha ziyade dikkatin kontrolü ile ilgili bir sorundur.

DEHB konusunda hastalarla konuşurken sorunu dikkati toplama ve yöneltme açısından anlatmayı daha faydalı buluyoum. “Çocuğun dikkatini yönlendirdiği yer önemli. Dikkatini öğrencilik mesleğine mi? yaşadığı ev ortamının gereklerine mi? Yoksa sadece keyif veren aktiviteleri mi? Yönlendiriyor. Sorunun kaynağıda çözümün başlangıç noktası da burası.

Öğrencinin, okul başarı için dikkatini bir şekilde toplayıp yöneltebilmesi, bir dereceye kadar, dikkati keyif veren aktivitelerden uzaklaştırıp o kadar da çekici gelmeyen veya hemen sonuç alınmayan sorumluluk alanlarına yönlendirebilme iradesini göstermesi gerekiyor.

DEHB’nin tipini anlamak için, bozukluğun doğasını anlamak önemli. Hikâye dopaminle başlıyor. Dopamin nöronları, görece nadir olmalarına rağmen, beyindeki ödül merkezi başta olmak üzere bazı çok özel alanlarda kümelenmiş durumdalar. Bu kortikal (kabuksal) kısımlar, keyif verici şeylerin tetiklediği keyif verici duyguları üretmekten sorumlu nöral sistem olan dopamin ödül yolunu oluşturuyorlar. İster seks yapıyor, ister şeker yiyor, ister burundan amfetamin çekiyor olun, önemli değil. Bu şeyler bize coşku ve mutluluk veriyorlar. Çünkü beyindeki zevk veren yolları çalıştırıyorlar, bu bölgelerdeki hücreleri gıdıklıyorlardır.

Dopamini sadece bir keyif kimyasalı olarak karikatürleştirmek doğru ama eksik bir yaklaşım olur. Örneğin, çalışmalar dopamin ödül yolunun aynı zamanda insanlar iğrenç bir şey yemeye zorlandığında veya bir denek nefesini tuttuktan sonra soluk almaya çalışırken de aşırı ölçüde aktifleştiğini göstermiş. Bunlar son derece nahoş deneyimler olmasına rağmen dopamin nöronlarımız yine de nörotransmiter salgılıyorlar. Dopamin sırf bir keyif ve ödül kimyasalı değil, aslında dikkat ve yaşamsal motivasyonla ilgilidir. Dopaminin insandaki ana fonksiyonu dış dünyayı etkili şekilde değerlendirmemize yardımcı olmaktır. Dopamin algıladığımız şeylerin ve heyecan verici fikirlerin çokluğuna hızla bir değer biçmemize imkân verdiğinden, bu kimyasal bizim “nöral akçemiz” dir. Yani dopamin duyusal bilgiye bir fiyat etiketi takıyor; leziz, güzel şeylere yüksek değer biçiyor ya da acil bir vücudun dengesi için gerekli olan bir ihtiyacı anlayıp onunda fiyatlamasını yapıyor. İstediğimiz bir şey gördüğümüzde—ister çikolata ister su olsun—bu objenin sadece görüntüsü bile bir arzu dalgasını tetikliyor, bu da bizi eyleme geçmeye motive ediyor. Dünya imkan ve ihtimallerle dolu ve aralarında seçim yapmamıza yardımcı olan şey dopaminerjik dürtülerimizdir.

Daha fazla dopamin salınmasını tetikleyen bir duygu veya fikir fark edilir ve bilincimiz tarafından öncelikli olarak değerlendirilirmesi daha kuvvetli bir ihtimaldir. Yani frontal korteksimiz dikkati ona yöneltiyor. Dopamin, bize neyi fark etmemiz, neyi önemsememiz gerektiğini söylüyor.

DEHB’de problem dikkatin olmaması veya eksikliği değil. DEHB’li bireyler odaklanma gerektiren aktivitelere yine de kendilerini kaptırabiliyorlar, sorun ilgi eşiklerinin daha yüksek olması; bu da sıkıcı matematik dersine odaklanamazken neden World of Craft’ta tüm günü geçirebildiklerini açıklıyor. Ritalin, Concerta veya Atomoksetin gibi DEHB ilaçları sinapstaki dopamin miktarını artırarak iş görüyorlar. İlginç şekilde, bazı insanlar benzer bir yükselmeyi doğal bir şekilde yaşıyorlar: Çalışmalar, dopamin üretimini ve sinaptik kavşakta yıkımının kontrol eden genlerden COMT Val/Met polimorfizminin “dikkat becerilerindeki” farklılılları belirlediğini gösterdi. Yani daha fazla nörotransmiter daha fazla dikkat demek. Ne yazık ki frontal korteksteki dopamin aktivitesini artıran aynı mutasyonlar bizi aynı zamanda daha kaygılı ve acıya hassas yapıyor gibi görünüyor. Bu yolun ve etkilerinin tam olarak anlaşılması için daha epeyce çalışma gerektiğini söylemeye gerek yok. Yani DEHB ilaçları kimyasal kestirme yollar gibi işlev görüyor: Ortabeyindeki bu dopamin nöronları o kadar heyecanlanıyor ki—nörotransmiterler içinde yüzmeye başlıyor—dünya aniden aşırı ilginç ve frontal kortekste geçiş bileti olan fikirlerle dolup taşıyor. Matematikteki sıkıcı problemler bile artık aaa neymiş bakayım diye dikkat kesilecek bir şey haline geliyor. Bilmem kaç basamaklı bölme işleminin nöral akçesi artıyor, bu da sınıfta dikkatimizi gereken yere vermemizi kolaylaştırıyor. Burada bilinmesi gereken önemli nokta dikkatimizi aniden yükselten ilaçlar değil. Dikkatimiz zaten hep vardı. Aslında olan şey, bizim onu doğru yere yönlendirmemizi kolaylaştırmaları. DEHB’liler gerçekte dalgın ya da dikkatleri eksik değil, sadece akılları, dikkatleri başka yerlere çabuk giden kimseler.

Yetişkinlikte dikkatle ilgili sorunlar eğitim dönemi geçtiği için o kadar görünür olmaktan çıkıyor, yerini ise DEB’li kimselerde sebat bozukluğu, istikrarlı iş yapma bozukluğu, sabırsızlık olarak kendisini gösteriyor.

YAŞAMBOYU DİKKAT EKSİKLİĞİ BOZUKLUĞU NEDEN TEDAVİ EDİLMELİ

 

  • Dikkat Eksikliği Bozukluğu(DEB) veya Yaygın bilinen adıyla Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocukluk çağının en sık görülen ve genetik ağırlığın en yüksek olduğu nöropsikiyatrik bozukluklarından birisidir. Çocukluk çağında görülme sıklığı % 7-9, erişkinlik döneminde ise %3-4 civarındadır. Bu oranlar oldukça yüksektir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), çocukluk dönemi başlangıçlı, nörogelişimsel bozuklukla karakterize, etkisinin tüm yaşam boyu görülebildiği nöropsikiyatrik bir bozukluktur. DEHB anne-babanın yetiştirme biçimlerinin doğrudan sonucu olmayan, kalıtsal özelliklerin ağır bastığı, hakkında oldukça bilgi sahibi olduğumuz bir rahatsızlıktır.

 

  • Gerçekte dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu bu patolojiyi tanımlamada yetersizdir. Bu buzuklukta olan dikkat eksikliği değil dikkati yönetememe sorunudur. Hiperaktivitenin bulunması bu bozukluk için şart değildir. Bazı alttiplerde hiperaktiviteyi görmek mümkün olmadığı gibi tam tersine hımbıllık, tembellik, uyuşukluk ve vurdumduymazlık klinikte gözlemlenir. Bu bozukluğun isimlendirmesini kanımca en isbetli yapan Dünya sağlık örgütünün tanı sınıflaması olan ICD-10’dur. Bu Bozukluk dikkat ve aktivitenin bozukluğundan kaynaklanan ve yürütücü işlevleri bozduğunda klinik belirti veren bir bozukluktur.

 

  • DEHB ailesel bir bozukluktur. Anne-babadan kalıtım yoluyla geçer. Yetişkinlikte de bu rahatsızlık belirtileri farklılaşır ama devam eder. Önlem alınmayan tanı konulmayan ve tedavi edilmeyen DEHB’li çocuklar gelebilecekleri sosyal konumlara gelememekte, zekasına uygun eğitim alamamaktadırlar. Sonuç olarak bu çocuklar kendilerine, ailelerine ve topluma faydalı/yararlı olabilecekken ailelerinin, eğitim verenlerin tanıyamaması ve tedaviye yönlendirememesi nedeniyle hem kendi yaşamları kötü etkilenmekte hem de ailesi ve toplum kayba uğramaktadır.

 

  • Farkına varılmayıp tedavi edilmeyen çocuklar eğitim hayatından kopmakta hak ettiği akademik başarıya ulaşamaktadır. Dahası bu çocuklar uyuşturucu madde ve diğer kötü alışkanlıklara meyilli olduklarından tedavisiz kalmaları topluma çok daha büyük maliyetler getirmektedir. DEHB’li çocuklar, kendilerini yatıştırabilmek için alkol ve uyuşturucu maddeleri kullanmakta ve yasadışı ilaç kullanımına yönelmektedir. DEHBgörülen bireylerin görülmeyen bireylere kıyasla bağımlı olma olasılıkları daha fazladır. DEHB’si bulunan ve bir uzman tarafından tedavi görmeyen bireylerin %50’ye yakını bağımlı olmaktadırlar. Bu orana yemek ve takıntılı davranışlar sergileyerek semptomları yatıştıranlar dahil değildir. Madde bağımlısı olan ya da geçmişte madde bağımlısı olan bireyler aslında kendi seçtikleri maddelerle umutsuzca iyi olmaya çalışan kişilerdir. Tedavi edilmeleri halinde bağımlı olmayacak bir grup olan DEHB’li çocukları tanınması ve tedavi edilmesi hayati önemdedir. Rahatlatıcı olarak gördüklerini deneyen çocuklar kolayca bağımlı olmakta ve kolayca suça yönelmektedir. “Çözüm” olarak başlayan bu geçici rahatlık daha sonra bağımlılığa, düşünmeden işlenen suçlara, aile içi şiddete maruz kalır, tehlikeli işlere düşünmeden atılmaya, kaybedilen işlere, ilişkilere ve ölüme dönüşür.

 

  • DEHB’yi ilaçla tedavi etmekten kaçınan çoğu anne baba, tedaviden kaçınarak istemeden de olsa bireyin başta madde bağımlılığı olmak üzere başka psikiyatrik bozukluklara yakalanmasına neden açabilir. DEHB görülen her birey ilaç tedavisi görmek zorunda değildir. Ancak ilaçla tedavi edilmesi gereken vakalarda (yani bir uzman tarafından teşhis konulmuş) yakından takip edilen reçeteli ve kontrollu doğru ilaçla bu bozukluğun ikincil zararlarının önüne geçilebilir. Stimulan ilaçlar DEB hastalarında bağımlılığa yol açmazlar. Doğru ilaç konsantre olmaya, dürtüleri kontrol etmeye ve enerji seviyesini dengelemeye yardımcı olduğunda kişi bağımlılık yaratan maddelerle geçici rahatlama yolunu seçmeyecektir.

Erişkin DEHB ve evlilik

 

Evlilik yaşantısında yaşanan problemler temel olarak 3 ana DEHB belirti kümesi ile ilişkilidir. Dürtüsellikle ilgili sorunlar, Hiperaktivite ilgili sorunlar, Dikkat Eksikliğine bağlı sorunlar. Şimdi bunlara bakacak olursak; aldatma, haz eksenli yaşama, sorumluluklarını üstlenmeme, kolaya kaçma, sürekli haklı çıkma gayretleri, maymun iştahlılık, söz verip yapmama, alkol ve madde düşkünlüğü, normal olmayan çok aşırı sigara içiciliği (2-3 paket içme, sabah kalkar kalkmaz sigarayla güne başlama gibi), kumar, oyun, internet, TV düşkünlüğü, işte sebat edememe sık iş veya işyeri değiştirme, para biriktirememe, savurganlık, saçma ve ani yatırım kararları, ani kararla iş değiştirme, zorluklardan çabuk yılma, düşüncelerinin ve tavırlarının çok hızlı olması ve çabuk değişmesi, bitmerk tükenmek bilmeyen işkurma hayalleri, iş kurma ama kurduktan sonra çabuk sıkılma yeni işe geçme, hayalcilik. Sayılan özelliklerden bir tanesinin bile olması sadece evlilik ilişkisi için değil tüm yaşamını ilgilendiren ilişkiler açısından ciddi sorunlara neden olmaktadır. Özellikle evlilik yaşantısını ne kadar olumsuz etki edebileceğini sizle tahmin edebilirsiniz. Bu kişiler yaşadıkları bu sorunlar nedeniyle sıklıkla DEHB’den kaynaklandığını bilmeden başvuru yapmakta ve süreçte yapılan değerlendirmeler sonrasında DEHB oldukları ve bu özelliklerinin kaynağının DEHB olduğunu sonradan öğrenmektedirler. Klinik gözlemimizde DEHB’li danışanlarımızın bu özelliklerini kabullenme güçlükleri yaşadıklarını göstermektedir.

 

Özetle demem o ki: DEHB tanılı ergen ve yetişkinler.

eşlerini sık aldatır, sık iş değiştirir, ev veya araba değiştirir. para biriktiremez, gelecekteki olası kötü günler için para ayıramaz. Oyun ve eğlenceye eğlenceli şeylere düşkünlüğü çoğunlukla vardır. Haklarını talep etmede çok ısrarcı ama sorumluluklarını üstlenmede isteksizdir, hatta kaçarlar. Devekuşu gibidirler. Yük taşı desen ‘kuşum derler’, kuşsan uç desen ‘deveyim’ derler.  Alkolü, halk arasındaki tabirle burunlarından içerler, yani planladıklarından hep fazla miktarda içerler. Normal kimseler 5-10 yılda ancak bağımlı düzeyde alkol alırlarken bunlar 6 ay bir yılda bağımlı düzeyinde alkol almaya başlarlar. Başarısız alkol bırakma deneyimlerini altında çoğunlukla DEHB tanısının eşlik etmesi vardır. DEHB’si tedavi edilemeden alkol bağımlılığı tedavisinde başarılı olunamaz.

DEHB’li erkeklerin eşleri onları  arkasını toplamaktan bıkıp usanırlar, evde 2 çocuk varsa eşi 3. çocukta bu diye kocasını tarif eder.  Zaman zaman kadınlar DEHB’li eşlerine acırlar boşansam bu adam darmadağın olacak şeklinde ifade ederler. Çabucak öfkelenip bağırıp çağırıp saman alevi gibi sönen öfkeleri vardır. Arkasında öfkesi geçince özür dilemeler başlar. Yakın çevresi öfkeli ama merhametli diye bunları tanımlarlar. Kırklı yaşlara gelince hafiften durulmaya başlarlar. 60’lı yaşlarda şeker  dedelere dönerler ama o vakte kadar başta eşleri olmak üzere ailelerini yakarlar. Böyle bir eşe sahip olmak elde köz taşımaya benzer. Bunlar, ‘eliyisi’dirler. Dışarıya karşı kibar ve aşırı nezaketli anne-baba ve eşlerine hatta çocuklarına karşı ise sert ve can yakıcıdırlar. Dışarda başkalarına gösterdikleri nezaketin zekatı kadarını kendi ailelerine göstermezler. Yaptığı yanlışlardan çabuk vicdan azabı duyarlar, özür dilerler yapmayacağım diye sözler verirler ama bir hafta on gün geçmeden aynı yanlışı işlemeye, sözlerini tutmamaya başlarlar. Aileleri zamanla bunlardan bıkıp usanır, illallah derler. Çocukları olursa bu bozukluk genetik geçişli olduğundan kızları olursa genellikle dikkat eksikliği baskın tip, oğlanları olursa genellikle hiperaktivitesi baskın tip dehb’li çocukları olur. Böyle çocuklara sahip olmanın zorluğunun aile ilişkisine yansıdığını düşündüğünüzde bol gürültü-patırtılı yüksek duygu dışavurumlu bir aile ortamı olacağı aşikardır. Bu ailelerde kavga gürültü eksik olmaz. dürtü kontrolünde zayıflıkları da olduğundan ailede fizik şiddet ve duygusal şiddet çoktur. Çocukları da travmaya maruz kaldığından disosiyatif bozukluk ve travmaya bağlı gelişen ruhsal bozukluk oranları toplum ortalamaların çok üstündedir.  Ani karalar verdiklerini de dikkate aldığınızda boşanma oranları genel toplum ortalamasının 3 katına kadar çıkmaktadır. DEHB’li ergenler, haklarını talepte yetişkin gibi, sorumluluklarını üstlenmede 10 yaş altı çocuk gibi davranırlar.

 

Erişkinlik dönemi:DEHB çocukluk yıllarında başlayan bir bozukluk olduğu için uzun yıllar sadece çocuklarda görülen ve büyüyünce kendileyinden geçen bir hastalık olarak kabul edilmiştir. Gerçekten de çocuklukta görülen hiperaktivite, kıpır kıpırlık çoğunlukla ergenlikle birlikte azalmaktadır. Dikkat bozukluğu ise devam eder. Bu bozukluğun sonucu olarak yetişkinlikte bireylerde kapasitesinin altında başarı gösterme, özgüven azalması hatta kaybı, sinirlilik, depresyon, anksiyete, alkol madde kullanımına yatkınlık gibi belirtiler gösterirler.

Erişkin dönemin özelliklerine geçmeden önce bu dönemde başvuru yapan danışanlardan iki tanesinin kendi belirttikleri şekilde öykülerini önce inceleyelim,

Ayşe Hanım, 34 yaşında kendi ifadesiyle; “Freni olmayan bir Ferrari gibiydim. Bir duvara çarpmadan duramayacağımın farkında değildim. Üstelik durmaya bence ihtiyacım yoktu. Ne olduğunu bilmediğim bir motor, önden koşuyordu; ben onun arkasından koşuyordum. Aslında sürüklendiğimi görmüyordum. Ana kumanda bende değildi.  Hep acelem vardı. Nereye yetişeceğimi bilmiyordum. Bana göre ben hızlı değildim, diğer insanlar yavaştı.

Tembelliğin, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğuna inanıyordum.  Yani hasta olan ben değildim.  Ardından sürüklendiğim motor, o kadar çok gürültü yapıyordu ki, bana söylenenleri hiç duymuyordum. Bedenim değil, zihnim çok hızlıydı ama zihnimle birlikte bedenim de yorgun düşüyordu.  Çok çabuk karar veriyordum. CESARET ile KONTROLSÜZ RİSK ALMAYI birbirinden ayıramıyordum. Ütopyalarla, gerçekleştirilir hedefler koyma’yı birbirinden ayıramıyordum.” diye kendisini ve durumunu anlatıyor.

Ayşe hanımın tedaviden sonraki düşünceleri ise değişmişti. Tedaviye başladıktan sonra kendi ifadesi ile vites küçültmeyi ve kontrollü durmayı öğrendim. Kırmızı ışıkta durmasam da artık yavaşlayabiliyordum. Önceki yaşantım hızlı çekim film gibi iken şimdi normalleşti.

Beni ilaçlarımdan başka hiçbir şey durduramıyor. Bağımlılık yaratıp yaratmayacaklarını bilmiyorum. Bu hastalığı yok etmenin mümkün olmadığını biliyorum. Doktorum bu ilaçların bağımlılık yaratmadıklarını söylüyor.  İlaçların bir yan etkisi olabilir ama bence bu tedavinin faydaları, zararlarından daha fazla. Beynimin OFF(kapatma) düğmesi bulundu’  diyordu.

Bir de Mehmet beyi dinleyelim kendisi 28 yaşında; “Hocam, önce bu hastalığın tespit edilip tedaviye başlanması benim için milat gibi olmuştur. Daha önce bana göre hiçbir anlama gelmeyen olayların artık incelenip süzüp değerlendirilmesini, nasıl davranılıp hareket edileceğini kavramaya başladım. Hayatım daha düzenli olmaya başladı. Aile, arkadaş, sosyal hayat, karşı cinsle olan ilişkilerde ya da yabancı kişilerle olan konuşmalarda artık daha başarılı oluyorum. Konuşmalarda güvenim artığını hissediyorum. Nerde nasıl davranılacağına dair kendimce fikrimi oluşturabiliyorum. Daha önceleri hep bir panik hali, acelecilik, sabırsızlık, huzursuzluk oluyordu. Şimdi bunları yendiğimi düşünüyorum. Özellikle karşı cinsle olan ilişkilerde hep huzursuz ve utangaçlık oluyordu, sıkılganlık vardı. Artık rahat davranarak kendime güvenerek konuşuyorum. Ailemle olan ilişkilerde sık sık kavga ederdim, sürekli bir tartışacak kavga edilecek bir şeyler bulurdum. Anne ve babama ev işlerinde pek yardımcı olmazdım ya da  umursamazdım. Şimdi ise kavga etmeden, tartışmadan ev içinde oturabiliyorum. Anne ve babama hemen hemen her şeyde yardımcı olmaya çalışıyorum. Artık aile yaşantımda çok daha huzurluyum. Okuldaki derslerde de başarımın artığını görebiliyorum. Örneğin daha önce  3 defa alıp kaldığım ve 30 ortalamayı ancak yakaladığım Transport dersini mezun olduğum dönem A2 ile geçtim. Derslerin sınavlarına çalışırken hep düzensiz hazırlanırdım, mümkün olduğunca hep son güne bırakırdım. Sınav geceleri işkence olurdu. Masa başında oturduğumda 10 dakika kadar durup sonra bir sigara içmek için kalkardım.

Gece boyunca hep böyle devam ederdi. Şimdi ise en azından derslere  sürekli göz ucuyla da olsa bakıp takip edebiliyorum. Sınav zamanı yaklaştığında ise en az bir hafta öncesinden yoğun şekilde çalışıp kendimi hazırlayabiliyorum. KPSS sınavı içinde 6-7 ay sürekli bir şekilde düzenli çalışmaya gayret ettim. Kendi gittiğim dershanede çoğu kez denemelerde derece yaptım. İlk 10 içinde yer aldım sonuçlarda, bir denemeden de 1. olmayı başardım. Temmuzdaki KPSS den de 83 puan aldım. Yakın arkadaşlarımla konuştuğum zaman onlarda bendeki değişikliği anlayabiliyorlar. Önceden en ufak tartışmayı büyütebiliyordum. Şimdi ise daha sakin davranabiliyorum. Boş zamanlarımda sıkılmadan vakit geçirebiliyorum.” şeklinde anlatıyor. Mehmet bey tedavi öncesi dönemle kıyaslayarak şikayetlerini betimlemiş.

Erişkin yaş grubunda daha çok başvuru nedeni olan konu, dikkat alanında yaşanan sorunlardan kaynaklanmaktadır. Yapılan işe sık sık ara verme ihtiyacı, randevuları unutma, projeleri bitirememe, plan yapma ve işleri düzene/sıraya koyma zorluğu, konsantrasyon güçlüğü, yıllardır süren unutkanlıklar sonucu gelişebilen kompulsiyon benzeri davranışlar (cüzdan, cep telefonu, evden çıkarken ocak kontrolü) en önde gelen dikkat sorunlarıdır. “Hocam, hiçbir zaman işimi zamanında yetiştiremiyorum” veya “Doktor bey, bir türlü dersin başına oturup çalışamıyorum bu sene beşinci yılım okulda”. Dikkat alanında yaşanan bu sorunlar da özellikle iş alanında sorunların ortaya çıkmasına veya okuyorsa ders alanında güçlüklerle karşılaşmasına neden olabilmektedir.

Hareketlilikle ilgili yakınmalar da olabilmekte, özellikle uzun süre bir yerde kalamama, toplantılarda sıkılma, hatta “Hocam insan sinemada bile oturamaz mı, ikinci yarısına kadar bile dayanamıyorum” diyen danışanlar olabilmektedir.

Dürtüsellikle ilgili yakınmalar da erişkinlik yaşamında hem sosyal hem de iş yaşantısında ciddi sıkıntılara neden olabilmektedir. Öfke kontrolü sorunları özellikle ikili ilişkilerinde, arkadaşları ve eşiyle sorun yaşamasına neden olabilmekte, “Hocam aniden çok öfkeleniyorum, öfkeliyken de ne yaptığımı bilmiyorum ama sonra pişman oluyorum” diyen az değildir. Sonrasında ise özür dileme ve kendisini affettirme çabaları göstermektedirler. Yakınları ‘öfkeli ama merhametli’ diye kendilerini tanımlamaktadır. Para hesabını bilememe, gereksiz/dürtüsel harcamalar yapma iş yaşantısında soruna neden olabilmektedir. Sık iş değiştirme ve sık eş değiştirme, uzun süre aynı işte sebat edememe durumu da bu kişilerin yaşadığı sorunlardandır.

Kitap okuma hevesleri çoktur. Ama başladıkları kitapları çoğunlukla bitiremezler. Kitabı severlerse gece bile elinden bırakmaz ve bitirirler. Kitap okumaktan ders çalışmaktan pek hazzetmezler. Ders çalışmayı sürekli erteleyip sınav öncesi mecburiyetten çalışırlar. DEHB’li kişileri ortak özelliklerinden birisi de acil ve yakındaki haz veren birşeyi yapma eğilimleri yüksektir. Haz veren şeyleri erteleme güçlükleri vardır. Bu konuda biline bir deney vardır. Marşmelov testi. Bu testte küçük çocuğa önüne bir marşmelov (bir tür şekerli tatlı) konur, çocuğa öğretmeni bu şekeri dışarıdan kendisi gelene kadar yemezse (yaklaşık 2-3 dakika) döndüğünde kendisine 5tane marşmelov şekeri vereceğini söyler, Çocuklardan şekeri hemen yiyenlerin hayatta başarılı olamadıkları ama öğretmeni bekleyebilenlerin başarılı oldukları saptanmıştır. DEHB’li çocuklar bu deney örneğinde beklemeden şekeri yiyen çocukların klasik bir örneği, prototipi gibidir.

  • DEHB’NİN TANINMASI VE TEDAVİSİ NEDEN ÖNEMLİ
  • DEHB, çocukluk çağının en sık görülen ve genetik ağırlığın en yüksek olduğu nöropsikiyatrik bozukluklarından birisidir. Çocukluk çağında görülme sıklığı % 7-9, erişkinlik döneminde ise %3-4 civarındadır. Bu oranlar oldukça yüksektir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB), çocukluk dönemi başlangıçlı, nörogelişimsel bozuklukla karakterize, etkisinin tüm yaşam boyu görülebildiği nöropsikiyatrik bir bozukluktur. DEHB anne-babanın yetiştirme biçimlerinin doğrudan sonucu olmayan, kalıtsal özelliklerin ağır bastığı, hakkında oldukça bilgi sahibi olduğumuz bir rahatsızlıktır.
  • DEHB ailesel bir hastalıktır. Anne-babadan kalıtım yoluyla geçer. Yetişkinlikte de bu rahatsızlık belirtileri farklılaşır ama devam eder. Önlem alınmayan tanı konulmayan ve tedavi edilmeyen DEHB’li çocuklar gelebilecekleri sosyal konumlara gelememekte, zekasına uygun eğitim alamamaktadırlar. Sonuç olarak bu çocuklar kendilerine, ailelerine ve topluma faydalı/yararlı olabilecekken ailelerinin, eğitim verenlerin tanıyamaması ve tedaviye yönlendirememesi nedeniyle hem kendi yaşamları kötü etkilenmekte hem de ailesi ve toplum kayba uğramaktadır.
  • Farkına varılmayıp tedavi edilmeyen çocuklar eğitim hayatından kopmakta hak ettiği akademik başarıya ulaşamaktadır. Dahası bu çocuklar uyuşturucu madde ve diğer kötü alışkanlıklara meyilli olduklarından tedavisiz kalmaları topluma çok daha büyük maliyetler getirmektedir. DEHB’li çocuklar, kendilerini yatıştırabilmek için alkol ve uyuşturucu maddeleri kullanmakta ve yasadışı ilaç kullanımına yönelmektedir. DEHBgörülen bireylerin görülmeyen bireylere kıyasla bağımlı olma olasılıkları daha fazladır. DEHB’si bulunan ve  bir uzman tarafından tedavi görmeyen bireylerin %50 ye yakını bağımlı olmaktadırlar. Bu orana yemek ve takıntılı davranışlar sergileyerek semptomları yatıştıranlar dahil değildir. Madde bağımlısı olan ya da geçmişte madde bağımlısı olan bireyler aslında kendi seçtikleri maddelerle umutsuzca iyi olmaya çalışan kişilerdir. Tedavi edilmeleri halinde bağımlı olmayacak bir grup olan DEHB’li çocukları tanınması ve tedavi edilmesi hayati önemdedir. Rahatlatıcı olarak gördükleri deneyen çocuklar kolayca bağımlı olmakta ve kolayca suça yönelmektedir. “Çözüm” olarak başlayan bu geçici rahatlık daha sonra bağımlılığa, düşünmeden işlenen suçlara, aile içi şiddetine, tehlikeli işlere düşünmeden atılmaya, kaybedilen işlere, ilişkilere ve ölüme dönüşür. DEHB’yi ilaçla tedavi etmekten kaçınan çoğu anne baba, terapist ya da doktor istemeden de olsa bireyin bağımlı olmasına yol açabilir. DEHB görülen her birey ilaç tedavisi görmek zorunda değildir. Ancak ilaçla tedavi edilmesi gereken vakalarda (yani bir uzman tarafından teşhis konulmuş) yakından takip edilen reçeteli ve kontrollu doğru ilaçla bağımlılığın önün geçilebilir. Doğru ilaç konsantre olmaya, dürtüleri kontrol etmeye ve enerji seviyesini dengelemeye yardımcı olduğunda kişi bağımlılık yaratan maddelerle geçici rahatlama yolunu seçmeyecektir.
  • Bu tür bilgilendirme çalışmaları, çocukları eğitim hayatından kopmasına ve toplumumuz için tehlike zillerinin çoktan başladığı uyuşturucu madde bağımlılığına başlamada en büyük etmenlerden biri olan DEHB’nin tanınması ve farkındalık oluşturulmasına katkı sağlar. Hedefim, eğiticilerin ve rehberlik hizmetlerini yürütenlerin bu bozukluk hakkındaki bilgilerinin güncellenmesi ve ailelerin ve toplumun bu bozukluk hakkında farkındalık düzeyinin artırılmasınıartırmaktır. Bu ve benzeri tanıtım ve farkındalık oluştuırma çabaları tüm toplumun başta eğitim camiası ve aileler olmak üzere tüm toplumun bilgilendirilmesi ve önlem alınmasına yönelik faaliyetler grubundandır.

DEHB’DE ÇEVRESEL FAKTÖRLER VE EPİGENETİĞİN ROLÜ

 

Son yıllarda tüm psikiyatrik hastalıkların gelişiminde epigenetiğin rolü popüler bir konu haline gelmiştir. Kalıtım materyali olan DNA molekülü, nükleotid olarak adlandırılan küçük yapı taşlarının birleşmesiyle oluşmaktadır. DNA’nın yapısı ve nükleotidlerin dizilişi bir canlının tüm hücrelerinde aynı olmakla birlikte, hücrelerarası farklılıklar gen ifadesindeki değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu değişikliklere epigenetik düzenekler aracılık etmektedir. Epigenetik düzenekler DNA kodunda herhangi bir değişiklik olmaksızın metilasyon, asetilasyon ve fosforilasyon gibi düzeneklerle gen aktivitesinin değişmesini içerir. Epigenetiğin tüm tıp bilimine getirdiği en önemli katkılardan birisi beslenme, anne bakımı, toksik maruziyetler ve stres gibi çevresel faktörlerin hücre çekirdeğinde oluşturduğu değişiklikleri izlenmesine olanak sağlamasıdır. Çocukluk çağında başlayan bir hastalık olan DEHB, epigenetik araştırmalar için uygun bir bozukluktur.

Nitekim prenatal stres ve anne bakımı gibi epigenetik faktörlerin etkisi araştırmalarda incelenmiştir. Ronald ve ark. boşanma, taşınma gibi prenatal maternal strese maruz kalan çocuklarda daha fazla DEHB belirtileri tespit etmişlerdir. Yine prenatal dönemde nikotin ve alkol gibi stresörlere maruz kalan çocuklarda DEHB gelişme riskinde artış saptanmıştır. Araştırmalarda ayrıca, beynin şekillenmesinde anne bakımı ve akran ilişkileri gibi epigenetik faktörlerin majör etkileri olduğu gösterilmiştir. Tüm bu maruz kalınan stres faktörleri hücre çekirdeğinde metilasyon, asetilasyon ve fosforilasyon hızını değiştirmekte, bu durum ise gen ekspresyonunu değiştirerek, protein sentezi ve hücre fonksiyonunu etkilemektedir. Tüm bu değişikliklerin de DEHB gelişiminde rol oynadığı öne sürülmektedir. Epigenetik araştırmalar sayesinde çevresel faktörler ile genotip etkileşimi ve bunun hastalıklar üzerine etkisinin daha iyi anlaşılabileceği düşünülmektedir. Genotip-fenotip İlişkisi DEHB, nöropsikiyatrik bozuklukların çoğu gibi görünüm ve nedensellik açısından karmaşık bir tablo sergilemektedir. Dolayısıyla, genetik temellerinin, klinik tiplerin ayrıştırılabilmesi, endofenotiplerin belirlenebilmesi, kategorik bir tanı yaklaşımından çok uyarılmışlık, konsantrasyon, motivasyon ve işlem hızı gibi alt boyutların nöropsikolojik testlerle değerlendirildiği boyutsal bir yaklaşımla daha iyi belirlenebilmesi daha olası gözükmektedir. Çevresel etkenler için en tutarlı bulgular; anne karnında sigaraya maruz kalma (OR 2,38) ve düşük doğum ağırlığı/gestasyonel yaş (OR 2,64) için elde edilmiştir. Çevresel risk faktörlerine maruz kalma, bireysel direnç ve yatkınlık gibi özelliklerle de etkileşebilir. Dolayısıyla, risk etkenlerine maruz kalan bütün bireyler DEHB geliştirmeyebileceği gibi, duyarlı gen varyasyonlarını taşıyan bireyler çevresel risk faktörleriyle karşılaşmadığında DEHB ortaya çıkmayabilir. DEHB’de elde edilen bulgular bu açıdan, nöropsikiyatrik hastalıklar ve antisosyal davranış için saptanan gen-çevre etkileşimlerini andırmaktadır.